/Cennette bir gün

Cennet /Ütopya | /Heaven /Paradise /Utopia (English)

İdeal toplum, mutluluk, eşitlik gibi, kimi zaman teoride mümkün ancak pratikte ulaşılması imkânsız görünen istekler topluluğu bugün bir ütopya olarak karşımızda. Ütopyanın tarihini Platon’a kadar götürebiliriz, ancak bizim aşina olduğumuz gelecek tahayyülleri Sanayi Devrimi ile başlıyor, çünkü doğa ile mücadelede zafer kazanmamızın kısa tarihi o döneme dayanıyor.

Resimler üzerinde düşünürken en çok anımsadığım kelimeler genelde Baudelaire’den:

“Toplar gümbürderken kollar bacaklar havada uçuşuyor… kurbanların inlemeleriyle, kurban edenlerin naraları birbirine karışıyor… işte mutluluk peşinde insanlık”[1]

oluyor. 19. Yüzyılın kaotik ortamı, devrimler, Romantizm, dekadanlar, gerçekçiler, doğalcılar, sembolistler ve nihayet Modernizm. Sanayi devrimi ile başlayan, insanoğlunun önlenemez yükselişi, doğayı alt etmesiyle birlikte, günlük hayatını ve geleceğe bakışını tamamıyla değiştirdi. Tanrının tezahürü, yüce bilginin ve kaçınılmaz son ve başlangıçların kaynağı olan doğanın insan gözündeki değeri de değişti. Aydınlanma’yla birlikte ilahiyat yerine bilim üzerinden işlemeye başlayan doğanın sanat üzerindeki egemenliği pekişmişti. Doğa hakikatin, ahlakın ve sanatın temeli idi. Her türlü bilginin kaynağı, güzel, çirkin, iyi, kötü, doğru, yanlış gibi bütün meselelerin çözümü doğada idi. Bu durum artık yerini yeni kent kültürü üzerinden yürüyen fikirlere -duygulara­ bırakıyordu.

Baudelaire’e göre eğer doğa doğruysa, iyi ise, güzel ise sanat yanlış, kötü ve çirkindir. Modern sanatın sahnesi doğa değil, kenttir; kent doğa gibi ‘hakiki’ değil, sahtedir, sunidir; tanrısal değil, şeytanidir. Kahramanları da lanetlidir, kötüdür, çirkindir. Doğa cennetse, kent cehennemdir. Kente ve kent yaşamına gösterilen bu iltifat, önceki dönemlerin erdem anlayışlarına bir tepkiden öte yeni bir ülkü anlayışı idi. Sıkıcı ve tekdüze doğa, incelmiş ruhlar için çekilmez bir işkence olarak görülmeye başlanmıştı. Burada insanın yaratıcılık vasfını tanrıdan kendi iradesine geçirmesi ve yapıntıya olan düşkünlüğü çok önemlidir. İnsan gerçek anlamda kendi doğasını üretmektedir artık. Yeni dünyada refah olacak, makineler hayatı kolaylaştıracak, yeryüzü cennetinde herkes mutlu olacaktır. Seküler bir hayat tarzında bile hala cennet arayışları devam etmektedir. Ölümden sonra yoksa bile hayattayken cennet kurulabilir.

Ama bu yeni ütopik rüya elbette bekleneni vermedi. Ütopya özü itibariyle mümkün değildi zaten. Günümüzde, efendisi olduğumuz doğayı tekrar ve tekrar inşa ettikten sonra bile hala tahayyülümüzdeki mükemmelliğe erişemiyoruz. Şehir içi bahçelerinden öteye bir adım gidemeden sadece kaynak olarak sömürdüğümüz ve yeniden üretmeyi bir türlü başaramadığımız noktada yapıntıya olan tutku sönmüş durumda. Artık ‘gelecek’ yerine ‘kurtuluş’ olarak tasarladığımız ‘yarın’, sadece bir ütopya niteliğinde.

Uzun zamandır bilim kurgu eserlerine konu olan yapay zekâ vb. ileri teknoloji tasarımları bile genelde mutlu sonla tamamlanmadığına göre doğadan uzaklaşan insanoğlu ülküsüne inancın artık sona erdiğini düşünebiliriz.

Teknolojiye ve insanın inşa ettiği ‘doğa’ya inancın azalması, bir açıdan ham ve el değmemiş doğaya olan ilginin yeniden yükselmesine neden oldu. Haklı gerekçeler kimi zaman dini inanışlarda, kimi zaman mistisizmde, kimi zaman da bilimde aranıyor. Artık her şey ‘kurtuluş’ için. Kanaatimce, 19. Yüzyılda dekadanların düştüğü çağ bunalımının benzeri bir bunalım günümüzde de mevcut. Doğal yöntemlerle doğum yapma, nüdizm, alternatif tıp, doğa yanlısı alternatif olan her şey epeydir yükselişte.

Benim için ise ‘doğa’, cennetin, yeryüzü cennetinin, ütopyanın, gelecek tahayyülü ve kurtuluşun metaforu. Çamurdan yaratılan insanın çamurla yeniden yüzleştiği, varlığını yeni argümanlarla tarif ettiği, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğu ortamda beklenmeyenle karşılaştığı, imkânsızın peşinden koştuğu, yok yere çok iyimser olduğu ‘o yer’in metaforu.

Özellikle resimlerimden bahsetmem gerekirse, tespit ettiğim cehaletin bir parçası olarak, bilgiden yoksun bir hayal dünyası, düşünme alışkanlıklarına bağlı olarak doğal olduğunu iddia eden yapıntı, taklitten öteye gitmeyen ama kendi gerçekliğiyle barışık bir ütopik dünyanın inşası olduklarını söyleyebilirim. Manzaradan öte bir gerçek ilişkinin ve temasın kurulmadığı doğadan beklentilerin akıl almazlığı, olanaksızlığı üzerine bir yorumlama. İyilere vaat edilmiş ‘Cennet/Heaven’ın hesap gününden (judgement day) sonra ilk insanoğlu ruhunun -olmayan- ayağını basacağı yerin an itibariyle boş olması, kurguladığımız ‘”Yeryüzü Cennetinin” (Paradise) de henüz gerçekleşmemesinden dolayı insansız olması üzerine düşünceler. ‘İnsan’ın olmadığı yerin ‘İnsan’ için yaratılmış/üretilmiş olduğuna olan inancın garipliği.

 

Huri Kiriş
İstanbul, 2013

[1] Charles Baudelaire, Bir Şiir İçin Notlar